1962 yılında Dünya Tiyatro Günü kutlamaları kapsamında uluslararası bildiriler yazılmaya başlandı. Yıl 2021… Maalesef pandemi öncesinde de görmezden gelinen Tiyatro, Müzik, Sanat dünyası son bir senedir birçok iş alanı ve çalışanları ile birlikte yeterli desteği göremeden yalnız bırakılmış durumda ve bekleme halinde.
Yaşamayı bekleme hali son yıllarda hep var oldu ve beklemek “kanıksanır” hale geldi. Sanırız en korkuncu da bu olsa gerek. Öz benliğin gelişkin olması ve eylemde kalma hali; elbette bilincimiz ve dünyayı algılama biçimimizle ilgilidir. Hayatın içerisinde bekleme yani durma hali yaşamın özüne aykırıdır çünkü evrensellik içerisinde suyun akışı bile hareket halindedir. Zamanı duyumsayabilmek ancak hareket ederek kavranabilir. Yani devinim değişimle birlikte bir anlam oluşturur. Kültür yaratmanın sancısı görünür bir şeydir; toplumsal değerler bilim ve akıl ışığında gelişir ancak erdem ve ahlak var olmadan bir ölçüt yaratılamaz.
İnsan doğası gereği kendi yaşadığı şehri ve koca bir dünyayı iyileştirmek ve güzelleştirmek umuduyla mücadele veriyor. Fakat insanın, dolayısıyla toplumun özgürlüklerinin kısıtlandığı, düşünce, duygu ve davranışlarının ekonomik bir değer karşılığında biçimlendirildiği bir ortamda, sanatın o değiştirici ve güzelleştirici gücünden uzunca bir süredir söz edemiyoruz. İrade koyan siyasi merciler tarafından sığ yaklaşımlar ve uygulamalar ile içeriği boşaltılmış kavramlar, kalkınma planlamalarıyla sözde hayati öneme sahip yaşamsal kararlar neticesinde bilimden, sanattan söz etmek imkânsızlaşıyor…
Tüm alanlarda yaşanan emek sömürüsü, haksızlıklar, adaletten yoksunluk umudumuzu ve dayanma gücümüzü sarsıyor. Elbette yalnız değiliz, bizimle ortak kaygıları paylaşan tüm sanatçılarla, kepenk kapatan esnafla, işten çıkartılan işçilerle, belediye çalışanlarıyla, engellenen, evlerinde zorla tutulan, hukuksuzca gözaltına alınan öğrencilerle birlikte yok sayılıyoruz. Derin bir sığlık, yüzeysellik içerisinde yapıcı hiçbir duygusu olmayan bu sisteme karşın, birbirimizin yaralarını iyileştirmeye, güç olmaya çalışıyoruz.
Bize dayatılan sığ tiyatro piyasasına karşın örgütlü davranmak gereklidir. Piyasa ekonomisine katkı koymak küresel sermayenin dayattığı, çarpıttığı projelerdir. Üretim ilişkilerini kavrıyor olmak sanatçının sorumluluğudur. Bu durumu fark etmek ve piyasayı elinde tutan sermayeye karşı bilinçli olmak gibi bir zorunluluğumuz var.
Merkezi ve yerel yönetimlerin tiyatrolara ya da genel olarak sanatın her biçimine olanak yaratma altyapı sağlama, destek verme gibi görev ve sorumlulukları vardır. Ancak karşılıklı güven ve inançla herhangi bir tarafın diğer tarafa tahakkümü olmadan kurulacak işbirlikleri ile bu sorumluluğun altından kalkılabilir.
Tiyatro üretenlerinin günümüzde toplumun kültürel varlığını tehdit eden her saldırıyı ve ilişkiler bütününü reddetmeleri ve buna boyun eğmemeleri; sanatın evrensel değerleri ile bütünleşmek adına haklı, yerinde bir hamle olacaktır.
Evlerinden atılan, mesleği yerine başka meslekler yapmak zorunda bırakılan, aile evlerine dönmek durumunda kalan tüm meslektaşlarımızın Dünya Tiyatro Günü günü, zamlara, haksızlıklara, yaşamsal her şeyin elimizden alınmasına, kiralarımızı ödemekte zorlanmamıza, yok sayılmamıza ve aslında tüm bu yaşanan zorluklara RAĞMEN KUTLU OLSUN…